Umut

Paskalya'nın ya da Diriliş Bayramı'nın önemi üzerine yorum yapmadan önce, bu gün hakkında bilgi sahibi olmayan okuyucular için Paskalya'nın ne olduğuna dair kısa bir özet geçmenin yararlı olacağını düşünüyorum. En basit hâliyle Paskalya Bayramı, İsa Mesih'in çarmıha gerildikten sonra üçüncü gün dirilişinin kutlanmasıdır.

Fakat diriliş noktasına gelmeden önce, İsa'nın enkarnasyonundan (Tanrı Sözünün beden alması) biraz bahsetmek istiyorum. Çünkü Tanrı'nın bize olan yüce sevgisini ne kadar iyi anlarsak Paskalya'nın değerinin daha iyi kavrayacağımızı düşünüyorum; Tanrı Sözünün beden alması üzerinde derinlemesine düşündüğümüzde şunu görüyoruz: Bizim Tanrımız, yarattığı insanlardan uzak değil. Hatta yarattığı insanı o kadar çok seviyor ki insan bedeni alıyor.

"Mesih, Tanrı özüne sahip olduğu hâlde, Tanrı'ya eşitliği sımsıkı sarılacak bir hak saymadı. Ama kul özünü alıp insan benzeyişinde doğarak ululuğunu bir yana bıraktı. İnsan biçimine bürünmüş olarak ölüme, çarmıh üzerinde ölüme bile boyun eğip kendini alçalttı." (Filipililer 2:6-8)

Yukarıdaki ayetten de açıkça görüyoruz ki İsa bizleri seviyor; çünkü insanın aldığı formu eksiklik belirtisi veya zayıflık olarak görmüyor, bir baba edasıyla bizim seviyemize iniyor. Dilerseniz "baba" benzetmesinden ilerleyelim yazımıza. Bence bir babanın sevgisi, çocukları için yaptığı fedakârlıklarla ölçülür. Çocukları için canını veren bir baba, herkes tarafından sevgi dolu bir baba olarak kabul edilir. İşte bizim Tanrımız da böyle bir babaya benzer.

"Tanrı ise bizi sevdiğini şununla kanıtlıyor: Biz daha günahkârken, Mesih bizim için öldü." (Romalılar 5:8)

Eğer Tanrı’nın bize olan sevgisinin yüceliğini kavramanıza yardımcı olabildiysem, ne mutlu bana. Şimdi Paskalya’nın önemine geri dönelim. Dinlediğim bir tanıklıkta, bir ağabey Kutsal Kitap okumaya nasıl başladığını anlatırken şöyle bir olaydan bahsetmişti: Kutsal Kitap’a Yeni Ahit’ten başlamış ve İsa’nın çarmıha gerildiği bölüme kadar ilerlemişti. Hatta İsa’nın çarmıha gerildiği kısımları okurken gözyaşlarını tutamamış ve ilerideki ayetleri okumayı bırakmıştı. Daha sonra, Kutsal Kitap’ı kendisine veren imanlı kardeşinin yanına giderek, okuduklarını üzüntülü bir tonla anlatmıştı. Ancak imanlı kardeşi ona, ilerideki ayetleri de okuması gerektiğini söylemişti. Ağabeyimiz de öyle yapmış ve İsa’nın ilerleyen ayetlerde dirildiğini gördüğünde bu kez umutla dolmuştu. Bence bizim Tanrımızı başka “tanrılar”dan ayıran büyük farklardan birisi de budur. Tanrımız bizi umutsuzluk içerisinde bırakmadı. Bir daha gelmemek üzere bu dünyadan göçmedi; tam tersine, ölümünden üç gün sonra dirildi, yüzlerce insana göründü ve bir daha bu dünyaya geleceğinin güvencesini bizlere verdi. Ki Tanrımızın bizi umutsuzluk içinde bırakmayacağını Eski Ahit’te dahi görebiliyoruz. Örnekler üzerinden ilerleyelim: Örneğin, Yunus Peygamber üç gün üç gece bir yunusun karnında kalır fakat üçüncü günün sonunda Tanrı onu yunusun karnından kurtarır (bu mucizeye dirilişin önfigüratif bir örneği dahi diyebiliriz). Hakeza, İshak’ın kurban olarak götürüldüğü yerden canlı dönmesi de hem Tanrı’nın sevgisini hem de Tanrımızın bizlere verdiği umudu gösterir.Bu umut üzerine düşünürken aklıma, eğer ben Mesih İsa'nın 12 elçisinden birisi olsaydım, nasıl bir ruh halinde olurdum diye düşünmekten alıkoyamıyorum kendimi. Büyük ihtimalle ben de diğer elçiler gibi korku ve üzüntü içerisinde bulurdum kendimi. Peki ya sonra? Üçüncü günün sonunda mezarın boş olduğuna tanık olsaydım? Büyük mezar taşı yuvarlanmış, kefeni orada ama kendisi orada değil... "Gerçekten dirildi mi?" diye kendi kendime sormadan edemezdim herhalde. Ve sonra elçiler ile zaman geçirirken Mesih'in bizlere göründüğünü hayal ediyorum, ellerindeki çivi izleri ve böğründeki mızrak izi ile tüm ihtişamıyla karşımda olduğunu varsayıyorum. İşte bahsetmeye çalıştığım ve Tanrı'mızın bizlere bahşettiği umut tam olarak böyle bir şey. O an yüreğim tarifsiz bir sevinçle dolardı, çünkü herkesin sandığı gibi hikâyenin sonu değildi ölüm. Ölüm yenilmişti ve aslında bir bakıma hikâyenin başlangıcı dahi diyebiliriz.

“Ey ölüm, zaferin nerede? Ey ölüm, dikenin nerede?” (1. Korintliler 15:55)

Paskalya tam olarak budur değerli okurlar: Bizler umutsuzluk içerisindeyken, Tanrı'nın bizleri işittiği gerçeğidir Paskalya. Toparlayalım, Tanrımız dirildi. Ve aynı şekilde bizleri de dirilmek üzere, ölümün prangalarından kurtulmak üzere, biz günahkârları dirilişe çağırıyor. Aynı Tanrımız, Mesih'in ölümden dirilişi gibi, ona iman etmekle biz de ölümden diriliyoruz. Aynı şekilde, Paskalya Bayramı sadece bir anma günü değil; bir çağrıdır aynı zamanda, umuda ve sonsuz yaşama bir çağrı. Bu bahsettiğim çağrının sadece geçmişte kalmadığını anlamanızı istiyorum. Bugün, dünyanın her bir tarafında hâlâ yankılanan, kalpleri ve yaşamları dönüştüren bir çağrıdan bahsediyorum. Bugün hâlâ birçok insan ruhsal ölümler yaşıyor, ruhsal karanlıkların içerisinde kaybolmuş haldeler, ne yazık ki. Fakat Mesih'in dirilişi, bu karanlığa karşı net ve sarsılmaz bir cevaptır.

"Işık karanlıkta parlar. Karanlık onu alt edemedi"(Yuhanna 1:5)

Değerli okurlar, yazımızın sonuna gelirken yeniden değinmek istediğim bazı hususlar var: Tanrı’mızın bizlere bir çağrısı var. Bazılarımız bu çağrıyı işittik, bazılarımız ise belki bu yazı aracılığıyla ilk defa işitiyor. Bu çağrıya kulak verelim, Tanrı’mızın bizler için olan ‘Diriliş Planı’na güvenelim ve bize lütfedilen bu çağrı uyarınca yaşamımızı şekillendirmeye özen gösterelim. Rabbimiz İsa Mesih dirildi! Paskalya Bayramımız kutlu olsun!