Hissizlik


Kafa karışıklığı döneminde yaşıyoruz, insanların hisleri gerçeği yansıtmıyor. Gerçeği yansıtan tek hisleri şikayet ve memnuniyetsizlik. Aşk'ı ve Nefreti küçümsüyorlar, kendilerinden büyük bir düşünce uğruna canlarını feda etmeyi aptallık olarak görüyorlar.


Nasıl bu duruma geldik:


Duygularımız makinalaştı ve pragmatik, duygusuz robotlar haline geldik. Peki bunun suçlusu kim? Ailen mi? Toplum mu? Siyasetçiler mi? Bu durumda olmamızın suçlusu bunlardan biri değil, bu pislik durumda olmamızın suçlususu: Cebindeki telefon, internet ve o çok sevdiğin televizyon şovları. Bu ölüm saçan aletler bizleri hissizleştirdi, uyuşturdu ve aptallaştırdı. Küçüklükten itibaren bu pislik oyuna alıştık ve zihinlerimizi kirletip başka zihinleri de kirlettik aynı zamanda. ‘Gerçek’ hayatta kimsenin umursamayacağı düşünceleri hatta eblehce bulucağı düşüncelere mikrofon uzattık. Aptal insanların fikirlerini dinledik. Ve belki kendi aptal fikirlerimizle başka insanların zihinlerini uyuşturduk. İnsanlar bu aptallık döngüsünde hiçbir gerçekliğe sığmayacak laflar söylediler. “Tanrı yok”, “Anlam yok” dediler. Bu aptalca söylemler daha öncede söyleniyordu ama o zamanlar insanların zihinleri açıktı. Aptal bir adam “Tanrı yok” dediği zaman insanlar ilk önce mantık filtrelerinden geçirip ona göre bir cevap veriyoru. Ama artık işler bu şekilde yürümüyor. Çocuğun biri herhangi bir mantık filtresinden veya herhangi bir ahlak filtresinden geçirmeden “Tanrı yok” diyebiliyor. Bu hangi realiteye sığyor? Aptallık ana akım haline geldiği zaman insanlar utanmadan aptallıklarını diğer insanlar ile paylaşabiliyor. Aptallık ana akım olduğu zaman insanlar her düşünceye ‘saygı’ duymamız gerektiğini hissediyorlar. Çünkü bir ibnenin bile fikirleri dinleniyorsa neden başka soytarılarının düşünceleri dinlenmesin değil mi?
Bireyler toplumu, toplum kültürü oluşturur.
Varsayalım ki aptal düşüncelere sahip insanlara konuşmaları ve ebleh düşüncelerini tartışmaları için bir platform veriyoruz bir süre sonra bu aptal insanların sayısı artmaya başlar. Çünkü aptallık, saf insanlara yabancı ve marjinal geldiği için ve aidiyet eksikliklerinden ötürü bu aptallar gürûhuna katılmayı seçerler. Ve bir süre sonra bu aptal gürûhumuz toplumda büyük bir yer kaplar. Ve kültürü ele geçirir, artık aptallık kültürden ve normal hâle gelmiş olur. Bu kadar aptal dolu bir toplumda mantık ve duygular gereksiz gelir.

Canım Feda!


Canım feda veya kurban olurum dendiğini duymuşsunuzdur. Peki hiç düşündünüz mü sizin uğruna canınızı verebileceğiniz bir düşünce veya uğruna kurban olabileceğiniz bir insan var mı? Bir insanın uğruna canını verebilecek bir şeyi yoksa o insan mutluluğu ve gâyesini materyal dünyada arar. Para peşinde koşar, kadınların peşinden koşar, ve aptallığını alkol ile taçlandırır. Bu insan rüzgarın savurduğu saman çöpüne benzer, bu yüzden yargılnınca aklanmaz. Ve başına gelen kötü olayları kendisi yüzünden olduğunu kabullenmez. Bunun yerine suçu hayata ve Tanrıya atar. Marcus Aurelius der ki “Kötü karakter: Efemine karakterdir, haşindir, vahşidir, hayvan gibidir, çocuksudur, aptaldır, sahtekârdır, edepsizdir, paragözdür, tirandır” Ancak böyle bir insanın uğruna ölebileceği bir şeyi yoktur.
Eğer yetişkinlik çağında bir insanız ve hâla canınızı feda edebileceğiniz bir ‘şey’ yoksa hala çocukluktan çıkamamış bir ‘Çocuk Adam’ sınız demek. Eğer böyle bir ‘Çocuk Adam’ sanız hissiz, mantıksız, pragmatik bir robot olmanız gayet normal.